23 Aralık 2015 Çarşamba

05:13 -

"Eskilerden Bir Nefes"

Sizden hayatımda ilk kez bir ricada bulunacağım. İçsel çatışmalarımdan, mantıklı-mantıksız her bir davranışımdan sıyrılıp buraya sığındığım bu gün lütfen bana iyi bakın..
Bir otobüsteydim ve otobüsün içinde basit duran tek şey sanırım bendim. Bindiğim ilk duraktan beri bana küçümseyen gözlerle bakan,  inmemi sabırsızlıkla bekleyen insanlar vardı. Benimse midem bulanıyor, başım dönüyordu.
Şanssızlardı çünkü son durağa kadar bana tahammül etmek zorundalardı. Bu bana zevk vermişti. Acıyan gözlerin üzerimde olması beni öylesine mutlu etmişti ki. Önemsizlerin en önemlisi o gün bendim.
Huysuzluğum tutmuştu, otobüsteki insanların gözlerine tek tek bakıyor ve gülümsüyordum. Baktığım her kişi programlanmış gibi yanındakine bakıp iç çekiyordu. Hah! Bir de fazla oksijen tüketiyorlardı iyi mi?
O günlerin modası kıyafet otobüsteki herkesin üzerindeydi. Basit dore renk üzerine yer yer atılmış gri kaliteli/elit desenler. Gözümü almıştı gri olan bu yapay kaliteli desenler. (Sonradan öğrendiğime göre de gri renk fazla bakınca migrene kadar giden ağrı krizlerine sebep oluyormuş) Arkadaş hep zararsınız bana! İnmeme son iki durak kalmıştı, iyice bitkin düşmüştüm.  Şoför dikiz aynasından bakıp duruyordu. Sanki benim verdiğim rahatsızlıktan dolayı iki kat ücret vermemi bekliyordu şerefsiz herif! Sonunda ise sadece ikimiz kalmıştık, fazladan yol gidiyormuşcasına tripliydi bana.  Dayanamadı ve tee önden en arkaya kalite akan,kızgınlığı bastırılmış ses tonuyla “Abla-cım senin nereydi?” diye sordu. Bu kadarına da dayanamazdım.
Bağırdım;
“İndir ulan indir müsait olmayan orta yerde bırak! Az daha gidersen üzerine insan kusacağım, ne döksen temizleyemeyeceksin eşek herif !“dedim tüm basitliğim ve ucuzluğumla. Hiçbir söz söylemedi, yarı ayağım otobüs içindeyken de bastı gaza. Az daha düşüyordum ama en sonunda sağ salim indim oksijeni tükenmiş otobüsten. Kim kazanmıştı şimdi? Kaliteliler mi, ucuz olan ben mi? Lanet olsun.. Yine cevap yoktu. 
Yahu ben nasıl bu hale geldim? Söyler misiniz bana insan, insan kusacak duruma nasıl gelir ki. Cevabını bulamadığım sorular, boşluklar ve belirsizlikler nedeniyle günlerim en saçma haliyle geçip gidiyordu..
Sonraları en azından neye benzediğimi bulmuştum. Kendimi bozuk bir saate benzetiyordum. Akrep ve yelkovanı farklı farklı yerlerde  duran fakat bazen kendiliğinden doğru zamanı gösteren bazen de işte en önemlisi “ne olduğunu anlayamadığım sonsuz zamanda kaybolan bir saate” Doğru zamanı gösteren saat gibi oluşum, bazen olmak istediğim yer için gece gündüz çalışabilip, hiç kimseye gözüm görmeden sadece o amaç uğruna uğraşabiliyor olmamdan kaynaklıydı. Akreple yelkovanım öyle kolay dağılıyor ki sonra. Neredeyim, nasılım ne istiyorum belirsizleşiyor. İnsan sadece koltukta oturmak ister mi? Bazen o koltukta saatlerce oturduğumu ancak sızı oluşunca hissedebiliyorum. Bakıyorum ki gece yarısı olmuş. Akreple yelkovanı bir araya getirmek için uğraş dur şimdi. Ne zor şey!
Emindim artık “huzursuzluk” denen şey dünyaya benden yayılıyordu.
Nedeni ne diye soracak olursanız eğer “söylenenler ve aslında hissedilenler”le ilgileniyor olmamdı ve bu büyük bir huzursuzluk sebebiydi,yanlıştı, gafletti, cahillikti . Ne derseniz deyin işte. Nedir bu aslında hissedilenler, peki öyleyse siz istediniz anlatayım.Burası derin bir kuyu ve kaybolmak fazlaca kolay.

İnsanlar konuşurken aslında şuan o bunu hissetmiyor, aslında şuan yalan söylüyor bize ve en önemlisi kendine fakat farkında değil, aslında paramparça ama bunu saklıyor.. aslında aslında aslında…. İnsanlar kendilerine itiraf edemezken bunları ve tüm duygularını güzel ahlaklıyım mesajlarıyla dolu bir duvarla saklıyorken sen neyin peşindesin diyorum. Sana ne oluyor acaba bayan salak?
Sonunda artık dayanamamış ve tükenmiştim. Tüm yorgunluğuma,kırılmış ruhuma, benliğime, her şeye yenik düşmüştüm.
Geriye benden kalan utandığım için savuramadığım küfürlerim,aşık olduğumu sandığım saçmasapan ilişkilerim, çalıntı hayallerim kalmıştı.

Tükenmiştim oysa ne umutluydum !

Her zaman insanların çürümüş egolarını üzerimde onardığı dönemlere denk gelmiştim.. Onlar iyileştikçe ben yok oldum.. Görmüyolardı, umursamıyorlardı iyileşiyorlar fakat bencilleşiyorlardı. Bencilleşmeden iyileşmenin mümkün olmadığını görünce, iyileşmeyi de artık hiç umut etmedim. Sesim gittikçe alçaldı, daha gür, daha anlamlı çıkmalıydı. Ama ben sessizleştim,kapandım.. Her sözcük artık benim dilimde tasarruflu kullanılıyordu.

En acı(!) olanı ise kendi acıma bile sahip çıkamıyor olmamdı. İnsan kendi acısına sahip çıkamazsa başka hangi duygusunun gerçek sahibi olabilirdi? Önemli gibi, mutlu gibi, haklı gibi, görünmeyi , mış gibi yapmayı anlayamamıştım ve hiç anlayamayacaktım.. İnsanmış gibi yapsak yeterdi belki de..

Bir itirafta bulanayım sizlere;

İçimde patlayan tüm sözlerimden sıkıldım. İçimde patlayan tüm sözlerim nedeniyle üzülmekten sıkıldım. Ve ben içimde patlamak zorunda bırakılan her şeyden çok sıkıldım !!
Sorun toplumdu ve beni bu hale getirmişti. Ve biliyordum ki babam bana toplum denen ve sizin hiç üstünüze alınmadığınız şeyi öğretmiş olsaydı hala sağlam bir insanlığa sahip olabilirdim..
Neyse sakinim..

Tüm insanlığa(!) tavsiye;
Mutluluk eşik değerinizin gün geçtikçe artmasını istemiyorsanız, buz dağının görünen yüzüyle idare ediniz. Yoksa benim gibi akrep yelkovanın iki yakasını bir araya getirmek için uğraşır, kıçınızda yara çıkana kadar bir koltukta oturur sonsuz zamanda debelenir durursunuz.