05:13 -
"Eskilerden Bir Nefes"
Sizden hayatımda ilk kez bir ricada
bulunacağım. İçsel çatışmalarımdan, mantıklı-mantıksız her bir davranışımdan
sıyrılıp buraya sığındığım bu gün lütfen bana iyi bakın..
Bir otobüsteydim ve otobüsün içinde
basit duran tek şey sanırım bendim. Bindiğim ilk duraktan beri bana küçümseyen
gözlerle bakan, inmemi sabırsızlıkla
bekleyen insanlar vardı. Benimse midem bulanıyor, başım dönüyordu.
Şanssızlardı çünkü son durağa kadar
bana tahammül etmek zorundalardı. Bu bana zevk vermişti. Acıyan gözlerin
üzerimde olması beni öylesine mutlu etmişti ki. Önemsizlerin en önemlisi o gün
bendim.
Huysuzluğum tutmuştu, otobüsteki
insanların gözlerine tek tek bakıyor ve gülümsüyordum. Baktığım her kişi
programlanmış gibi yanındakine bakıp iç çekiyordu. Hah! Bir de fazla oksijen
tüketiyorlardı iyi mi?
O günlerin modası kıyafet otobüsteki
herkesin üzerindeydi. Basit dore renk üzerine yer yer atılmış gri kaliteli/elit
desenler. Gözümü almıştı gri olan bu yapay kaliteli desenler. (Sonradan
öğrendiğime göre de gri renk fazla bakınca migrene kadar giden ağrı krizlerine sebep
oluyormuş) Arkadaş hep zararsınız bana! İnmeme son iki durak kalmıştı,
iyice bitkin düşmüştüm. Şoför dikiz
aynasından bakıp duruyordu. Sanki benim verdiğim rahatsızlıktan dolayı iki kat
ücret vermemi bekliyordu şerefsiz herif! Sonunda ise sadece ikimiz kalmıştık,
fazladan yol gidiyormuşcasına tripliydi bana.
Dayanamadı ve tee önden en arkaya kalite akan,kızgınlığı bastırılmış ses
tonuyla “Abla-cım senin nereydi?” diye sordu. Bu kadarına da dayanamazdım.
Bağırdım;
“İndir ulan indir müsait olmayan orta
yerde bırak! Az daha gidersen üzerine insan kusacağım, ne döksen
temizleyemeyeceksin eşek herif !“dedim tüm basitliğim ve ucuzluğumla. Hiçbir
söz söylemedi, yarı ayağım otobüs içindeyken de bastı gaza. Az daha düşüyordum ama
en sonunda sağ salim indim oksijeni tükenmiş otobüsten. Kim kazanmıştı şimdi?
Kaliteliler mi, ucuz olan ben mi? Lanet olsun.. Yine cevap yoktu.
Yahu ben nasıl bu hale geldim? Söyler
misiniz bana insan, insan kusacak duruma nasıl gelir ki. Cevabını bulamadığım
sorular, boşluklar ve belirsizlikler nedeniyle günlerim en saçma haliyle geçip
gidiyordu..
Sonraları en azından neye benzediğimi
bulmuştum. Kendimi bozuk bir saate benzetiyordum. Akrep ve yelkovanı farklı
farklı yerlerde duran fakat bazen
kendiliğinden doğru zamanı gösteren bazen de işte en önemlisi “ne olduğunu
anlayamadığım sonsuz zamanda kaybolan bir saate” Doğru zamanı gösteren saat
gibi oluşum, bazen olmak istediğim yer için gece gündüz çalışabilip, hiç
kimseye gözüm görmeden sadece o amaç uğruna uğraşabiliyor olmamdan kaynaklıydı.
Akreple yelkovanım öyle kolay dağılıyor ki sonra. Neredeyim, nasılım ne
istiyorum belirsizleşiyor. İnsan sadece koltukta oturmak ister mi? Bazen o
koltukta saatlerce oturduğumu ancak sızı oluşunca hissedebiliyorum. Bakıyorum
ki gece yarısı olmuş. Akreple yelkovanı bir araya getirmek için uğraş dur şimdi.
Ne zor şey!
Emindim artık “huzursuzluk” denen şey
dünyaya benden yayılıyordu.
Nedeni ne diye soracak olursanız eğer
“söylenenler ve aslında hissedilenler”le ilgileniyor olmamdı ve bu büyük bir huzursuzluk
sebebiydi,yanlıştı, gafletti, cahillikti . Ne derseniz deyin işte. Nedir bu
aslında hissedilenler, peki öyleyse siz istediniz anlatayım.Burası derin bir kuyu ve kaybolmak
fazlaca kolay.
İnsanlar konuşurken aslında şuan o
bunu hissetmiyor, aslında şuan yalan söylüyor bize ve en önemlisi kendine fakat
farkında değil, aslında paramparça ama bunu saklıyor.. aslında aslında
aslında…. İnsanlar kendilerine itiraf edemezken bunları ve tüm duygularını
güzel ahlaklıyım mesajlarıyla dolu bir duvarla saklıyorken sen neyin peşindesin
diyorum. Sana ne oluyor acaba bayan salak?
Sonunda artık dayanamamış ve tükenmiştim. Tüm
yorgunluğuma,kırılmış ruhuma, benliğime, her şeye yenik düşmüştüm.
Geriye benden
kalan utandığım için savuramadığım küfürlerim,aşık olduğumu sandığım saçmasapan ilişkilerim,
çalıntı hayallerim kalmıştı.
Tükenmiştim oysa ne umutluydum !
Her zaman insanların çürümüş egolarını
üzerimde onardığı dönemlere denk gelmiştim.. Onlar iyileştikçe ben yok oldum..
Görmüyolardı, umursamıyorlardı iyileşiyorlar fakat bencilleşiyorlardı.
Bencilleşmeden iyileşmenin mümkün olmadığını görünce, iyileşmeyi de artık hiç umut etmedim. Sesim
gittikçe alçaldı, daha gür, daha anlamlı çıkmalıydı. Ama ben
sessizleştim,kapandım.. Her sözcük artık benim dilimde tasarruflu
kullanılıyordu.
En acı(!) olanı ise kendi acıma bile
sahip çıkamıyor olmamdı. İnsan kendi acısına sahip çıkamazsa başka hangi
duygusunun gerçek sahibi olabilirdi? Önemli gibi, mutlu gibi, haklı gibi,
görünmeyi , mış gibi yapmayı anlayamamıştım ve hiç anlayamayacaktım.. İnsanmış
gibi yapsak yeterdi belki de..
Bir itirafta bulanayım sizlere;
İçimde patlayan tüm sözlerimden
sıkıldım. İçimde patlayan tüm sözlerim nedeniyle üzülmekten sıkıldım. Ve ben
içimde patlamak zorunda bırakılan her şeyden çok sıkıldım !!
Sorun toplumdu ve beni bu hale
getirmişti. Ve biliyordum ki babam bana toplum denen ve sizin hiç üstünüze
alınmadığınız şeyi öğretmiş olsaydı hala sağlam bir insanlığa sahip
olabilirdim..
Neyse sakinim..
Tüm insanlığa(!) tavsiye;
Mutluluk eşik değerinizin gün geçtikçe
artmasını istemiyorsanız, buz dağının görünen yüzüyle idare ediniz. Yoksa benim
gibi akrep yelkovanın iki yakasını bir araya getirmek için uğraşır, kıçınızda
yara çıkana kadar bir koltukta oturur sonsuz zamanda debelenir durursunuz.