22 Şubat 2017 Çarşamba

07:36 -

Mutluluğun 5 Temel Yolu

Tahammülsüzlük sınırında, içsel çatışmalarımda savaş veriyorum. Kimle, neyle, nasıl olduğunu umursamadan. Savaşı ben başlatmıştım fakat başladığım noktayı kaybettiğim için sonunu getiremiyorum. Her şey birikince, gitmeler çekiyor canım.. Hayatım boyunca en hakkını vererek yaptığım fiildi zaten. Ve bu yüzden emin olun fazlasıyla iyi bilirim gitmeyi.. Belki bir kaç cengaver çıkacak ve söyleyecekler "Memnuniyetsizsin!" Hanginiz memnunsunuz?

Hanginiz yaşadığınız şu hayatta gerçekten mutlusunuz?

Maddi durumunuz, manevi boşluğunuz, ilgi eksikliğiniz, sevgiye boğuşlarınız, özgürlüğünüzü feda edişleriniz arasında hanginiz gerçekten mutlu olduğunu anlatabilir bana.

Bir yaşam düşünün, karşınızdakine gösterdiğiniz ilgiyi aynı şekilde geri alamadığınız ve bu nedenle yalnız hissettiğiniz..

Çalıştığınız işinizden hakkınızı alamadığınız fakat başka çareniz olmadığı için devam edip, kendinizi yetersiz hissettiğiniz..

Aileniz sizi sevgi yumağı yapmadığında, kararlarınızı anlamadıklarında ya da sizi gözlerinde asla büyütmediklerini kendinizi o en mutlu çocukluk anından çıkaramayıp, yetişkin olduğunuzu bir türlü kabullenemediğiniz.
Ve bir sürü duygu karmaşası arasında saatlerce debelenip asla çözüm bulamadığınız.

Hatırladınız mı bu hisleri? Fazla yakın değil mi sizce de? Merak etmeyin hepsini aynı özenle, aynı şekilde, eksiksiz ben de yaşıyorum..

Bu yazının sonunda, mutluluğun 5 temel yolunu bulamayacaksınız.. İnanın bende fazlasıyla açıklamayı isterdim. Bir de unutmadan, öyle bir kür olsa zaten hangi yolu, yöntemi işe yarar, herkeste aynı etkiyi mi bırakır bilinmez.. Bence zaten baştan bu ihtimalde vazgeçelim sayın okurlar.. Belki de unuttuğumuz şeyleri hatırlamak içimizi bir nebze olsun rahatlatacak. Bize hadi artık, nefeslenmeyi bitir ve zamanı yakala dedirtecek.
Fakat üzülerek söylemeliyim ki, burada herkesin yolu keskin bir şekilde ayrılıyor.

Mesela ben neleri mi unuttum söyleyeyim.

Sahip olduğum 11 adet günlük, onlarca yazım, sayısını asla bilemediğim altı çizili kitap cümlelerim bana tek bi şeyi durmadan yüzüme vuruyor.

Herkes gibi olmaya başladığında, sadece bekle. Geri dönmeyi dahi deneme çünkü orası insan özünü derinden yaralayan, hayalleri felçleştiren, normal hayatın içinde seni yavaşca öldüren bir yol. Eğer başka yolun yoksa, bu söylediğimden sonra geri dönmeyi de aklından çıkardıysan, yeni bir yolu ellerinle yarat. Sadece sana ait olan o yolun sonunda, seni tamamlayacak şeyi, kimseyi ya da o ışığı bulacaksın. Aklın aynan, yüreğin rehberin olsun. Bir gün tamamlandığında dönüp o ilk sana bak ve gelişimininin hakkını vererek kocaman gülümse.

Biliyor musunuz ben öyle hazırım ki yolumda ışık aramaya ve yeniden keşfetmeye. Hiçbir şeye sahip değilim ama fazlasıyla hazır hissediyorum. Nedendir bu cesaret bilinmez..

Ve siz değişiminiz için hayallerinizi tekrar hatırlayacaksınız, ben bunu fazlasıyla umuyorum..

An itibariyle avazım çıktığı kadar bağırabilirim!!

Şimdi mutluluğun 5 yolu bok yesin!!

13 Mart 2016 Pazar

09:35 -

Okuyuculara..

Bazen, uzunca bir yolun taşlarını sabırla ayıklamaya,kendine nefes alabileceğin  hayatı kurmaya ve zamanın göreceliğine bir nevi direnmeye çalışırsın. (Direnebilir misin zannetmiyorum fakat taşları ayıklayabileceğine gönülden inanıyorum.)
Sana bunu yaptıran ufacık bir söz,bir olay ya da hayatını tamamen değiştiren ve ne yazık ki geri dönüşü olmayan bir kaza da (!) olabilir. Kim bilebilir, senin dışında..
Sonrasında artık eskisi gibi olmayacak hayatına adım atar, bir süre mutsuz, depresyon halinde olabilirsin, sakın korkma! Iyidir bu.. Çünkü zaman sonra yeni bir yol bulmaya,huzursuzluğuna çözüm aramaya başlarsın.. (Aydınlanma Çağı da diyebiliriz bu sürece..)
Yeni nefes yoluna başladığın anda yorgun hissedebilir, bunalabilirsin fakat öyle gariptir ki aynı zamanda yorgun hissettikçe cesaretlenir ve savaşına devam etmeye de çalışırsın. Eğer yeterince dirayetliysen yolun sonunda senden başka kimsenin anlayamayacağı hayatına kavuşursun.(Umarım şu an bunu okuduğunda vazgeçmemiş ve hala taş ayıklıyor ya da bana yeni hayatından gülümsüyor olursun.)
Asıl tuhaf olan ne biliyor musun? Onca yaşadığın zorluğa rağmen şöyle derin bir nefes alırken, kendinle gurur duyamayacak kadar yorgun hissediyor olursun. Hislerini geçiyorum, eğer varsa yorgun argın bir kac küçük his bunları da saklamaya, gösteriş budalası olmamaya ve mütevazi gözükmeye çalışırsın. Başarını, haklı gururunu ve hissettiğin tüm o özgüvensel duyguları insanların "ne de kibirli" bakışlarına maruz kalmamak ve tüm bu duyguların onlar tarafindan sömürülmemesi için kendi içinde gizlemeye çalışırsın. Ağız dolusu gülmek yerine,kendine engel olamadığın yandan gülüşlerini tercih edersin.

Ne kötü ! Kibirli ol demiyorum sana. Olma! Alcakgönüllülüğün erdem olduğu ve bencilliğin pis bir duygu olduğu ilkokul sıralarında öğretildi sana ve sen bunu zaten adın gibi biliyorsun..
Hayatının yolunda,zorluklardan geçip  dayanamadığında ya da hayal kırıklığına yenik düştüğünde ağlamalarını, hüzünlerini zaten saklamaya çalışmadın mı?
Hangi tebrik cümlesi doya doya gülerek kabul edip, yandan gülüşlerine son verdiğinde sana kendini bencil hissettirebilir. Kendinle gurur duymaktan acizsen eğer insanlar seninle nasıl gurur duyabilir ve eğer iyi bir iş yapıyorsan nasıl örnek alınabilirsin.
Bu dünyada yeterince kötü,bencil,kendini beğenmiş başarısız ve hayatı boyunca parazit gibi yaşamış insan kendiyle saçma bir şekilde gurur duyuyorken, kendimi sormaktan alıkoyamıyorum sevgili okuyucu neden hala gizleniyorsun?
Gerçek duygular sahiplerini ne zaman bulacak bir fikrin var mı? Eğer yoksa hadi o zaman, gururunu giyin ve bencil olur muyum korkunu sahiplerine geri ver artık. Burdan bakınca söyleyebilirim sana, emanet giysiler ve büyük beden duygular seni  olduğundan zayıf gösteriyor. Inanamazsin.!

Örnek alınmaya, başkalarına rehber olmaya ihtiyacın var.
Neden mi diyorsun?
Nefesinde boğulan ve nefes almayı bekleyen bu insanların, taş ayıklamanın o kadar da kötü olmadığına , hayal kırıklarının cesareti arttırdığına kendilerini inandırmaya ihtiyaçları var.
Toparlan!.
Emanet duygularını iade et, kendinle gurur duymaya ve başarını hissetmeye başla önce. Sonra da yeni yollara, yeni hayatlara ve hayallere elini uzat..
Eminim daha iyi hissedeceksin..

Sevgilerimle..

19 Ocak 2016 Salı

13:34 -

Naftalin Kokusu

Bazen, kendini uzayda ki o sınırı olmayan boşlukta hissetmek ve o boşluğu doyasıya yaşamak istersin.

Yıllar önce bir gün kırılma anım neydi bilmiyorum ama kendimi o boşlukta hissedebilmeyi delice istedim. Galaksilerden oluşan yorganı üzerime örtmek ve konuşmak istedim. Tüm hayatı, benli ya da bensiz gelişen en ufacık ayrıntıya kadar düşünmek ve oradan hangi yaşımdaysam o yaşımda yeniden doğmuşçasına ayrılmak istedim.

Ve her istediğimde bunu yaptım. Insanlardan uzaklaştım, düşündüm en önemlisi de kendimi acımasızca eleştirdim. Bazen kendime yenildim bazen de kazandım kendimle olan savaşımı fakat hep o sonda yenilendim, iyi hissettim. Herkesin iyi hissetme yöntemi farklıdır, bunu anladığımda insanların yöntemlerini terk edip kendime özel yöntemler oluşturdum. (Sonrasında da galaksilerden oluşan naftalin kokulu yorganım ilk uğradığım adreslerimden biriydi artık.)

Kendime şunu söyledim!

Kimsenin en önemli sorusu olan, nasıl iyi hissedersin sorusuna cevap aramamalıydım, merak etmemeliydim. Çünkü biliyordum ki bu en insanın aslında en özeli ve özüydü. Onlara bırakmayı tercih ettim.
Mesela,..
Bir gün çokca canı sıkılan dostumla konuşurken "atla gel" dedim. "Atla gel yanıma, Saat geç biliyorum ama gel yine de önemli değil..." O gelene kadarda duvarın birinde köşe oluşturdum. Renkli postitlere tek kelimelik şeyler yazdım, ona iyi geleceğini bildiğim. Kağıtlarda çay, sigara, karakum (uzun sohbetli yürüyüşleri yaptığımız yolumuz) sessizlik, Ahmet Kaya, temiz bir yatak ve uyku.. gibi şeyler yazıyordu. Kapıdan içeri girdiği an "orada dur ve şimdi şu kağıtlardan birini seç yanıma gel dedim" beni şaşırtmadı ve tabi ki çay'ı seçti. Bende usulca suyu koymaya ve  demlisinden olması gereken çayları hazırlamaya gittim.

Iyi miydik sonrasında.. Saçmalamayın. Çay kime iyi gelmez ki?

Bu gece o içtiğim çay sonrasında ki mutluluğumu ve huzurumu hissettim. . Bazen alakasız olaylar size geçmişinizde ki anlarınızı hatırlatır. Bunu yaparken de gereksizce plansızdır. Ve siz sadece hissederek, sandığınızda ki duyguların tozunu şöyle bir alırsınız. Işte bende tam manasıyla tozunu almam gereken duygularımın biriktiğini hissettim.. Plansızdım, plansızdı.. Tam manasıyla da alakasızlığın daniskasıydı.

Hüzünle karışık mutluluk bilirsiniz.. Özlem de vardır içinde tebessüm de. Anlamazsınız da bir yandan ne olduğunu. Gariptir.. Oyleyim şu günlerde.. Garibim,anlam aramayı bırakmış, tuhaf ! Sanirim Bitkinin fotosentez haliyim.. Fakat biliyorum bana neyin iyi geleceğini. Icinde kaybolacağım uzay boşluğum. Ve bir de annemi hatırlatan naftalin kokulu galaksi tasarımlı yorganım.

Kokusunda kaybolacağın anne yorganın varsa gece buluşacağın ya da renkli postitlere sahipsen, mutluluğu çok bi seyde arama olur mu? Iyi hissetmek için çaba gösterme, gösterdikçe kendine inat eder ve adımlarını geriye doğru atarsın.

Çünkü denedim. Inadıma yenildim. Sonra gözüm renklerine kıyıp kullanamadığım postitlerime gitti. Çünkü olduğum yerde anne yorganına sahip değildim . Bende sahip olduklarıma, daha fazla sarılmaya devam ettim. inanın mutlu da oldum..
Velhasıl;
Yöntemlerini bulmalısın ihtiyacın olanı ayırmalı ve bitki olmaktan yanı fotosentezden(!) vazgeçmeli asıl insan olabilme en önemlisi mutlu insan olabilme yükünü sırtlanmalısın. Zaten değer vermediğinde yeterince zor olabilecek bir göreve sahipsin be kardeşimm..

Sevgilerimle..

16 Ocak 2016 Cumartesi

09:24 -

Zamanın Birindekilere..

Zamanın birinde bir prens ve prensesin yaşadığına inanmıştın. Ve bir de kötü kalplı , bir şeylerin yaşanmasına engel yan karakterlere.. Ve sen farketmeden prens ya da prenses oluyordun. Aslında kimdin hiç düşünmedin. Zamanın birinde iki sınırın olduğuna inanmıştın . Doğru ve yanlış . Seçim senindi fakat sen tam anlamıyla iyi oluyordun. Ve tüm hayatın boyunca, kötülere karşı mücadele ediyordun.. Düşünmedin hangisiydin? Zamanın birinde gülümsemenin ve ağlamanın varlığına inanmıştın. Gülüyorsan kesinlikle mutluydun,ağlıyorsan da büyük bir probleme sahiptin.. Uluorta gülerdin fakat ağlarken saklanmaya ihtiyaç duyardın. Ve sen bunun nedenini hiç mi hiç düşünmedinn.. Zamanın birinde dostluğa ve ister istemez düşmanlığa inanmıştın. Dostların çoktu ve sen herkes tarafından sevilen kişiydin. Fakat dur düşmanın yoktu sana yanlış yapanlar vardı sen ise mağduruydun oyunun. Düşünmedin gerçekten mağduru muydun? Zamanın birinde ölüme ve yaşama inanmıştın.. Sen yaşayandın ve en az 80yasında belki ölecektin. Ölüm sana ait değildi,yaşamın uğurlayan yüzüydün .. Asla uğurlanmayacaktın. Düşünmedin neden ölümü yakıştırmıyordun kendine. Ve sonra zaman değişti.. Prens-Prenses hikayelerinin zihnine yapılan ulaşılmaz kişi çalışmalarının oyunu olduğunu öğrendin. Fakat geç kalmıştın. O kişi olduğuna tüm benliğinle inanıyordun artık. Doğru ve yanlışın sınırlarını çok yanlış anlamıştın. Bencilliginin kurbanıydın çoğu kez. Ve buna doğru diyordun. Saçından tırnağına yanlışlarla doluydun oysa ki.. Içsel huzursuzluğunu bastırmak için daha çok gülmeye başlamıştın. Gülerken artık o kadarda mutlu sayılmazdın. Işin kötü tarafı sorunların boyunu aşmıştı fakat ağlama duygunu yitirmiştin. Yılda bir kez anca ağlayan o kişi artık gerçekten sendin. Dost görünen insanlarla doluydu etrafın. (Belki sende -gibi görünendin) Seni sahiden seviyorlardı senle konuşurken. 
Fakat arkanı dönmemeliydin. Unutma! Mağdur olan hiç bir zaman da sen değildin. Kendinden duygu çaldın durdun.. Inanmadığın ölüm de intikamını aldı ve duygu hırsızlığı yaptığın gün buldu seni. Ve sen öylesine savunmasızdın..
Sonunda ise aslında **
Yanlış yerde yanlış kişiydin artık. Sen sen değildin ruhun ölmüş,yaşamın seni çoktan uğurlamıştı. 
En önemlisi de sen bunu asla göremedin .

23 Aralık 2015 Çarşamba

05:13 -

"Eskilerden Bir Nefes"

Sizden hayatımda ilk kez bir ricada bulunacağım. İçsel çatışmalarımdan, mantıklı-mantıksız her bir davranışımdan sıyrılıp buraya sığındığım bu gün lütfen bana iyi bakın..
Bir otobüsteydim ve otobüsün içinde basit duran tek şey sanırım bendim. Bindiğim ilk duraktan beri bana küçümseyen gözlerle bakan,  inmemi sabırsızlıkla bekleyen insanlar vardı. Benimse midem bulanıyor, başım dönüyordu.
Şanssızlardı çünkü son durağa kadar bana tahammül etmek zorundalardı. Bu bana zevk vermişti. Acıyan gözlerin üzerimde olması beni öylesine mutlu etmişti ki. Önemsizlerin en önemlisi o gün bendim.
Huysuzluğum tutmuştu, otobüsteki insanların gözlerine tek tek bakıyor ve gülümsüyordum. Baktığım her kişi programlanmış gibi yanındakine bakıp iç çekiyordu. Hah! Bir de fazla oksijen tüketiyorlardı iyi mi?
O günlerin modası kıyafet otobüsteki herkesin üzerindeydi. Basit dore renk üzerine yer yer atılmış gri kaliteli/elit desenler. Gözümü almıştı gri olan bu yapay kaliteli desenler. (Sonradan öğrendiğime göre de gri renk fazla bakınca migrene kadar giden ağrı krizlerine sebep oluyormuş) Arkadaş hep zararsınız bana! İnmeme son iki durak kalmıştı, iyice bitkin düşmüştüm.  Şoför dikiz aynasından bakıp duruyordu. Sanki benim verdiğim rahatsızlıktan dolayı iki kat ücret vermemi bekliyordu şerefsiz herif! Sonunda ise sadece ikimiz kalmıştık, fazladan yol gidiyormuşcasına tripliydi bana.  Dayanamadı ve tee önden en arkaya kalite akan,kızgınlığı bastırılmış ses tonuyla “Abla-cım senin nereydi?” diye sordu. Bu kadarına da dayanamazdım.
Bağırdım;
“İndir ulan indir müsait olmayan orta yerde bırak! Az daha gidersen üzerine insan kusacağım, ne döksen temizleyemeyeceksin eşek herif !“dedim tüm basitliğim ve ucuzluğumla. Hiçbir söz söylemedi, yarı ayağım otobüs içindeyken de bastı gaza. Az daha düşüyordum ama en sonunda sağ salim indim oksijeni tükenmiş otobüsten. Kim kazanmıştı şimdi? Kaliteliler mi, ucuz olan ben mi? Lanet olsun.. Yine cevap yoktu. 
Yahu ben nasıl bu hale geldim? Söyler misiniz bana insan, insan kusacak duruma nasıl gelir ki. Cevabını bulamadığım sorular, boşluklar ve belirsizlikler nedeniyle günlerim en saçma haliyle geçip gidiyordu..
Sonraları en azından neye benzediğimi bulmuştum. Kendimi bozuk bir saate benzetiyordum. Akrep ve yelkovanı farklı farklı yerlerde  duran fakat bazen kendiliğinden doğru zamanı gösteren bazen de işte en önemlisi “ne olduğunu anlayamadığım sonsuz zamanda kaybolan bir saate” Doğru zamanı gösteren saat gibi oluşum, bazen olmak istediğim yer için gece gündüz çalışabilip, hiç kimseye gözüm görmeden sadece o amaç uğruna uğraşabiliyor olmamdan kaynaklıydı. Akreple yelkovanım öyle kolay dağılıyor ki sonra. Neredeyim, nasılım ne istiyorum belirsizleşiyor. İnsan sadece koltukta oturmak ister mi? Bazen o koltukta saatlerce oturduğumu ancak sızı oluşunca hissedebiliyorum. Bakıyorum ki gece yarısı olmuş. Akreple yelkovanı bir araya getirmek için uğraş dur şimdi. Ne zor şey!
Emindim artık “huzursuzluk” denen şey dünyaya benden yayılıyordu.
Nedeni ne diye soracak olursanız eğer “söylenenler ve aslında hissedilenler”le ilgileniyor olmamdı ve bu büyük bir huzursuzluk sebebiydi,yanlıştı, gafletti, cahillikti . Ne derseniz deyin işte. Nedir bu aslında hissedilenler, peki öyleyse siz istediniz anlatayım.Burası derin bir kuyu ve kaybolmak fazlaca kolay.

İnsanlar konuşurken aslında şuan o bunu hissetmiyor, aslında şuan yalan söylüyor bize ve en önemlisi kendine fakat farkında değil, aslında paramparça ama bunu saklıyor.. aslında aslında aslında…. İnsanlar kendilerine itiraf edemezken bunları ve tüm duygularını güzel ahlaklıyım mesajlarıyla dolu bir duvarla saklıyorken sen neyin peşindesin diyorum. Sana ne oluyor acaba bayan salak?
Sonunda artık dayanamamış ve tükenmiştim. Tüm yorgunluğuma,kırılmış ruhuma, benliğime, her şeye yenik düşmüştüm.
Geriye benden kalan utandığım için savuramadığım küfürlerim,aşık olduğumu sandığım saçmasapan ilişkilerim, çalıntı hayallerim kalmıştı.

Tükenmiştim oysa ne umutluydum !

Her zaman insanların çürümüş egolarını üzerimde onardığı dönemlere denk gelmiştim.. Onlar iyileştikçe ben yok oldum.. Görmüyolardı, umursamıyorlardı iyileşiyorlar fakat bencilleşiyorlardı. Bencilleşmeden iyileşmenin mümkün olmadığını görünce, iyileşmeyi de artık hiç umut etmedim. Sesim gittikçe alçaldı, daha gür, daha anlamlı çıkmalıydı. Ama ben sessizleştim,kapandım.. Her sözcük artık benim dilimde tasarruflu kullanılıyordu.

En acı(!) olanı ise kendi acıma bile sahip çıkamıyor olmamdı. İnsan kendi acısına sahip çıkamazsa başka hangi duygusunun gerçek sahibi olabilirdi? Önemli gibi, mutlu gibi, haklı gibi, görünmeyi , mış gibi yapmayı anlayamamıştım ve hiç anlayamayacaktım.. İnsanmış gibi yapsak yeterdi belki de..

Bir itirafta bulanayım sizlere;

İçimde patlayan tüm sözlerimden sıkıldım. İçimde patlayan tüm sözlerim nedeniyle üzülmekten sıkıldım. Ve ben içimde patlamak zorunda bırakılan her şeyden çok sıkıldım !!
Sorun toplumdu ve beni bu hale getirmişti. Ve biliyordum ki babam bana toplum denen ve sizin hiç üstünüze alınmadığınız şeyi öğretmiş olsaydı hala sağlam bir insanlığa sahip olabilirdim..
Neyse sakinim..

Tüm insanlığa(!) tavsiye;
Mutluluk eşik değerinizin gün geçtikçe artmasını istemiyorsanız, buz dağının görünen yüzüyle idare ediniz. Yoksa benim gibi akrep yelkovanın iki yakasını bir araya getirmek için uğraşır, kıçınızda yara çıkana kadar bir koltukta oturur sonsuz zamanda debelenir durursunuz.  


11 Aralık 2015 Cuma

11:14 -

Benim AGH Hikayem.. Witam z Warszawy

Evet Varşova'da yaklaşık 3 ayı geride bıraktım. Zorlu geçen proje bulma,başvurma,kabul alma,pasaport,vize derken sonunda hayallerime ulaşıp buralara geldim üzerine de 3 ayı dolu dolu geçirdim. Kısaca sizlere neler yaptığımdan ve nasıl yaşadığımdan bahsedeceğim.

Otizimli ve farklı engelleri olan çocukların olduğu bir kreşte asistan olarak görev yapıyorum. Özellikle benim grubumda 4 otizimli çocuk bulunmakta. Bu grupta çalışmaktan her gün mutluluk duyuyorum, organizatör kuruluşumuzun yanında ev sahibi kuruluşumuzda bizlerin tüm sorunlarınlarıyla ve istekleriyle yakından ilgilenmekte ve onlardan biriymisiz gibi hissebilmemiz için ellerinden geleni yapmaktalar. Tabi ki tek değilim, Ermenistan'dan ve Yunanistan'dan iki gönüllü arkadaşımla birlikte aynı kreşte farklı çocuklarla çalışmaktayız. İsteğimize göre gruplarımızı değiştirebilecek ve diğer çocuklarla da çalışarak çok daha fazla özel eğitim yöntemleri öğrenebileceğiz. Buraya kadar zorlu aşamalardan geçtiğim için elimden geleni yapmaya gayret gösteriyorum. Kendi grubumla oldukça mutluyum. Grubumuzda 1 öğretmen (ki kendisi oldukça deneyimli ve bilgili her dakika bana otizimle ilgili, polonya ile ilgili çok güzel ve önemli bilgiler vermeye çalışıyor, İngilizce çok fazla konuşamasada üşenmeyip benim için türkçe de öğrenmeye çalışıyor) 1 yardımcı öğretmen, bir yardımcımız ve ben bulunmaktayım. Aile gibi oldum her biriyle :) Polonya'da engelli bireyler için çok gelişmiş diyebileceğim uygulamalar mevcut. Açıklamam gerekirse özel eğitim kreşleri çok yaygın ve aileler için ücretsiz. Çocuklar için her eğitim yöntemi mevcut (Türkiye'de para verip belki de bu eğitime yine de ulaşamayız). Haftalık planımız mevcut, bu plana göre her gün özel aktiviteler yapıyoruz ( tiyatro,müzik,el becerisi geliştirme,konuşma terapasi,dokunma terapisi,psikolojik terapi,jimnastik ve hareket terapisi vs.. ). Aynı zamanda sadece kreş içerisinde değil dışarıda yaptığımız özel aktivitelerimiz mevcut ( en basitinden çocukların sonbaharda yaprağın hangi renkte, havanın nasıl olduğunu gözlemlemelerini istiyoruz ve kalkıp bir ormana giderek gözlem yapabiliyoruz) Kreş için temel ilke çocukların tüm yaşamsal olayları kendilerinin gözlemleyerek öğrenmeleri. Soğuk,kar,kış demeden gözlem için her yerde olabiliriz, Tabi bu benim için Polonya'nın soğuğuna alışamadığımdan bazen sorun olabiliyor :)
Kreşte asistanlık görevlerimizin yanı sıra bazen tiyatro etkinliklerinde görev alabiliyoruz. Şuan çalışmalarına devam ettiğimiz ve benimde rol aldığım bir tiyatro oyunu için çalışmaktayız. Yakında konusu "Christmas" olan tiyatro oyunumuzu ailelerin katılımıyla bir kültür merkezinde sergiyeleyeceğiz.

Evs' te gönüllünün sorumluluğu sadece verilen görevleri yerine getirmek değil aynı zamanda yeni fikirler sunarak projeye ve ev sahibi kuruluşuna katkı sağlamak. Bunun bilincinde olduğum için ne yapabilirim diye düşündüğüm bir sırada aklıma gelen fikri öğretmenlere ve kreş yönetimine sundum. Kendi sınıfımda ki otizimli çocuklar için doğru eğitim sonrasında yeteneklerin nasıl geliştiğini anlatan kısa film çekeceğim ve bunu Nisan ayında Otizm gününde ailelere ek bilgilerle sunacağım. Bu fikir kreş tarafından çok beğenildi ve iş bu boyutlara kadar geldi.  Normalde sadece bu filmi ben yapacakken, fikir diğer gönüllü arkadaşlarım tarafından da kabul gördü ve birlikte bu konu hakkında organize olmaya karar verdik.

Filmime başladım günlük kısa ilginç anların videolarını çekmeye çalışıyorum.Bakalım sonunda  nasıl olacak heyecanla beklemekteyim :)

Sadece kreş için değil (ev sahibi kuruluş) organizator kuruluş içinde yeni fikirler sunmamız gerektiğinden, en son yaptığımız toplantılar sonunda çeşitli kararlar aldık. Kendi ülkemle ilgili geleneklerim,kulturlerım vs. bir sunum hazırlayıp bunu farklı üniversitelerden gelen öğrencilere sunacağım. Diğeri ise istediğim bir konu hakkında ister Varşova'da ister Polonya içinde farklı bir şehirde ki bir lisede öğrencilere sunum yapabileceğim.

Göünllülüğün duygu ve gelişim kısmına gelecek olursam çocuklarla çook kuvvetli bir ilişkiye sahibim. Onlara her gün yeni şeyler öğretmeye ve onların dünyalarından yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Otizim dünyası o kadar özel ki artık benim için. Yaşadığım bir kaç olayı paylaşmak istiyorum.

Normalde otizimli çocuklar sarılmaktan ve iletişim kurmaktan hoşlanmazlar. İlk haftalarda asistanı olduğum çocukla tanışma aşamasındayken onun kokuya duyarlılığı olduğunu farkettim. Onu gözlemleyerek obsesyonlarını ve sevdiği şeyleri öğrenmeye çalıştım.

Sonrasında ise artık sevgi dolu iki arkadaşa dönüşmüştük. Her sabah sınıftan girdiği anda koşup bana sarılıyor,saçımı kokluyor,öpüyor. Hissettiğim duyguyu burada anlatamam sizlere :) Bazen dışarı çıktığımızda onunla Türkçe konuşuyorum,sorunlarımı üzüntülerimi,mutluluklarımı anlatıyorum. Dinliyor,konuşmaya çalışıyor benimle uzun uzun bakıyor sonra da, En sonunda da "boşver be seni seviyorum" diyorum. Cümlelerin sonunu tekrar etme özelliği olduğu için ve ben bunu Türkçe söylediğim için "seni seviyorum" demeye çalışıyor belli belirsiz , o an ortada hiç bir sorunum kalmıyor. Ailesi de benimle olduğu için mutlu, onlarla da güzel bir iletişim kurdum böylece.
Diğer bir çocuk Leh olmasına ve fazla konuşamamasına rağmen İngilizce konuşuyor özellikle sayıları,günleri,alfabeyi. Bende ona öğrenebileceği şeyleri İngilizce öğretmeye çalışıyorum. Bunun gibi bir çok başarı ve tabi ki  hayatımı anlamlı kılan deneyim. En çokta neden mutlu oluyorsun derseniz ismimi öğrettiğim çocukların işim bittiğinde beni "pa pa sündüs!" diye uğurlamaları. Bu andan öylesine mutlu oluyorum ki. Ve söylemem gerekirse de her duyduğumda da ayrı bir duygulanıyorum.. İş kısmı sanırım bu kadar yeterli gelelim sosyal hayatıma:)


Bizim için lüks denebilecek bir evde 4 ev arkadaşımla birlikte yaşıyorum. Her biri ayrı ülkelerden 4 güzel insan( İspanyol,Yunan,Italyan,Alman). Toplamda organizator kuruluşumuzda bu yıl gönüllülük yapan 12 kişiyiz. Iki ev şeklinde bölündük fakat diğer evde kalan gönüllüler ile aynı yerlerde iş arkadaşları olarak çalışıyoruz. Sürekli irtibat halinde olduğumuz farklı ülkelerden bir çok arkadaşa sahibiz anlayacağınız. Bu yıl organizatör kuruluşumuz her birimizi farklı ülkelerden seçmeye özen göstermiş. Birlikte çeşitli etkinlikler organize etmeye çalışıyoruz. Avrupa'da uygulanan ve bilmediğim çoğu geleneği göreneği bu sayede öğrenmiş oluyorum. Yapmadığım şeyleri yapmaya denemediğim her şeyi deneyerek tecrübe etmeye özen gösteriyorum. Şu 3 ayda bile fazlaca anı biriktirdim. Kendimde olan gelişimi görebilmek adına sürekli yazmaya ve bu anılarımı saklamaya çalışıyorum ve geriye doğru okuduğumda gelişim olduğunu görüyorum. İlk geldiğim zaman İngilizcem orta belki ortadan daha azdı ve muhabbet edilen ortamlarda dilden dolayı elbet sorun yaşıyordum fakat şuan görüyorum ki dil yeteneğimde de ilerleme oldu , olmaya devam ediyor. Artık eskisi kadar sorun yaşamıyorum.

Bilmediğim bir ülkenin devlet kütüphanesine üye oldum. Kendimce dil anlamında gelişebilmek için orada çalışıyorum, çok farklı ve çeşitli kitaplar edinebiliyorum. Hedefim buradan döndüğümde olabildiğince değişmek.. Aynı zamanda organizator kuruluşum tarafından organize edilen 3 aylık bir lehçe dil kursunun sonuna geldim. Lehçe dilinde başlangıç seviyesindeyim artık ne demişler 1 lisan 1 insan her zaman geçerli benim için :)

Ve tabi ki seyahatt.

Avrupa'da gidebileceğim her yere yalnız ya da bir grupla hiç farketmez gitmeye çalışıyorum. Polonya'nin Lodz şehrine ve tabi ki hayallerimin ilk basamağı olan Prag/Çek Cumhuriyeti'ne gittim. Sonunda Kafka'nın şehrinde onunla buluştum. Ve gelecekteki yakın zaman planlarım içinde de Berlin ve Paris bulunmakta. İlkbahar için de yalnız yapacağım interrail için hazırlık yapıyorum. Yalnız bir Avrupa turu hayallerin en önemli basamağı :) Korkmuyor musun sorularına cevabımmmm..

Tabiki Hayır !

Bu projede olduğum için her anlamda çok şanslıyım. Bana bu fırsatı yardımlarıyla ve destekleri ile veren herkese özellikle başta sevgili koordinatörüm İrem Ebru Kuru'ya ve Epeka Sinop ailesine çok teşekkür ederimm.. Organiztör kuruluşum Schuman Mafia ve ev sahibi kuruluşuma aynı zamanda çok çok teşekkür ederim.

Yazmaya ve buradan sizlere önemli bilgiler aktarmaya devam edeceğimm..


Not: Kreş politikası gereği çalışmalarımla alakalı çocukların içinde olduğu fotoğraflarımı paylaşamadığımı bildirmek isterim..

Sevgiyle Kalınız..




























8 Kasım 2015 Pazar

10:29 -

Gözlem Rapor Sonuçları ve Çıkarımlar

Bir kaç yıl önce etrafında ne döndüğünü anlamak için tüm işi gücü bırakıp izleyici konumuna geçtin. Olay örgülerindenki giriş, gelişme, sonuç kısımlarının nasıl bir yol izlediğini uzun zaman izledin. Şimdi bilim uğruna verdiğin bu onurlu hizmeti paylaşma vaktin geldi..

1. İnsanların acı hikayelerle beslendiğini ve ortamlarda artık zenginliğin para (!) etmediğini gördün. Zaten hiçte sahip olamazdın zengin sıfatına bu nedenle baştan bu ihtimalden vazgeçtin. Eğer kötü olaylar yaşıyorsan ve eziliyorsan önemseniyordun.(Ve tabi ki seni değil durumu önemsiyorlardı.)
Normalsen zaten normaldin e vakit çalmamalıydın. Çünkü  herkes akıllı olduğunu göstermek için içini  dört cümleyle doldurduğu tavsiye cümleleriyle problemli hastalarına kucak açmayı bekliyordu. Normal olan sen biraz kenara çekilmeli ve mümkünse yok olmalıydın.

2..Var olmayan şeylerin ne kadarda varmış gibi yaşandığını anladın. Bu bir gösteriydi anlaman zor oldu ayak uydurman bir o kadar kolay. Bilginin sadece tweette okunan haberli cümlelerden oluştuğunu ve bunların olay yeri inceleme ekibinin bir parçasıymışcasına anlatıldığını gördün.. Stil buydu öğrendin,denedin, başardın sonunda da dikişi tutturdun..

3. Kendini düşünmek her zaman herkesin ta içinde ya da belki de genetiğindeydi. Fark ise gerektiğinde kullananlar ve gerekli gereksiz kullananlar diye  ayrılıyordu. Ne zaman kullanacağını çok iyi bilmeliydin. Yoksa sistem seni acımasızca yutabilir sonrasında düzeltmek için yaptığın hiç bir halt işe yaramazdı. Seni bekleyen de sonu görünmeyen yalnızlık olabilirdi.

4. Farklı olmaya çalışıyorsan kimse seni dinlemek istemiyor hayallerini önemsemiyordu. Bir kitapta yazan cümle gibi "anlattığın her şey karşı taraf için toz tanesi" Ve sen o toz tanesi için  saatlerce uğraşıyor kendi kendine debeleniyordun.

5. En önemlisi ise insanlara duymak istediklerini vermen gerekiyordu. Çünkü onlar bunu bekliyorlardı.Tamammülleri yoktu diğer düşüncelere. Konuşma ve düşünce özgürlüğü çapı belliydi. Dışına çıkmaya çalışır bunun için ugraşısan çap içindekilerden dışlanıyor olmaya alışman gerekiyordu.

Son olarak..

İstenilen zamanda çok doğru konuşuyor denilebilirdi fakat aynı düşünceyi istenmeyen zamanda söylüyorsan kesinlikle patavatsızın  önde gideniydin. Zamanı çok iyi ayarlaman gerekiyordu Yoksa(!) Ne değişken çapsız  karakterin vardı öyle!

Sonuç;

Gözlemler sonunda sana verilen parakende promosyon biletinde yazan cümle..

"Tutunamayanlar Derneği üyeliğiniz bir yıl daha yenilenmiş olup tüm acı olaylarınız karşılığında hizmetlerimizden ücretsiz faydalanabilirsiniz.. "